Haber

Bülent Arınç’tan Mehmet Uçum’a: Kendini bilmez zat

ANKARA – AK Parti’nin kurucu kadrosunda öne çıkanlar arasında ilk 3’teydi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Başbakan Yardımcılığı ve Hükümet Sözcülüğü gibi görevler üstlendi. Kurucu kadronun ağabeyi, Milli Görüş geleneğinden gelen en deneyimli isimdi. ‘Küçük Erbakan’ olarak da anılan, ‘özgül ağırlık’ çıkışıyla hafızalarda yer eden Bülent Arınç, Gazete Duvar’ın sorularını yanıtladı.

Arınç, yargıdaki krizden Sinan Ateş cinayetine, 31 Mart yerel seçimlerindeki sonuçlardan AK Parti’nin kimliğine ve atması gereken adımlara kadar birçok değerlendirmede bulundu.

Seçim değerlendirmesinden önce, geçen ekim ve kasım aylarında Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi arasında TİP Milletvekili Can Atalay’la ilgili bir kriz yaşandı. O dönem AK Parti içinden de ciddi karşı çıkışlar olsa da sonuç değişmedi ve bir nevi Cumhur İttifakı’nın ortağı Milliyetçi Hareket Partisi’nin yönelimine göre bir sonuç ortaya çıkmış oldu. Sizin bu sürece ilişkin hukukçu olarak değerlendirmenizi merak ediyorum.

Ben milletvekillerinin dokunulmazlığı ve yargılanmaları konusunda baştan beri hep siyasetçiyi savunmuşumdur. Siyaseti temsil eden, halkın oylarıyla seçilmiş olan bir milletvekilinin parlamentodan uzak tutulmasını ben kabul edemiyorum. Burada bütün sorun Anayasanın 14. maddesindeki dokunulmazlıkları tamamen kaldıran ve o kişinin yargılanmasına yol açan muğlak ibare. Aslında bunların kategorik olarak, katalog olarak hangi suçlar olduğunu kanunla ayrıca belirlenmesi lazım. Ama buna yanaşmadılar. Bunun pek çok sebepleri var. Kimilerine göre bu madde çalışacak, kimilerine göre bu madde çalışmayacak, bunu konjöktüre bırakmışlardır.

Ben önce Enis Berberoğlu meselesinde, Berberoğlu’nu savunan tweetler attım. Bu konuşmaları hem televizyonlarda hem de gerekli olan yerlerde yaptım. Daha sonra Ömer Faruk Gergerlioğlu meselesinde de ona ithaf edilen veya izafe edilen suçların çok yanlış olduğunu bu konuda Anayasa Mahkemesi’nin ve Yargıtay’ın daha dikkatli olması gerektiğini söyledim. Anayasa Mahkemesi Enis Berberoğlu meselesinde de üzerine düşeni yapmıştır. Ömer Faruk Gergerlioğlu TBMM’de eylem yaparken oradan polis marifetiyle alınmıştır. Sanki 1994’te DEP milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırıldıktan sonra kafalarına basılarak polis arabasına konulup götürülmesinin bir benzeri yaşanmıştı. Bunların yanlış olduğunu da söyledim.

‘YARGITAY MİLLİ YARGI, GÜYA AYM BAŞKA BİR YARGI’

Can Atalay meselesi yeni cereyan etti. Aday olduğu, adaylığı kabul edildi, seçildiği, seçildiği kabul edildi, TBMM’de ismi okundu, bir komisyonda da görev aldı. Fakat belli suçlamalar sebebiyle de işte malum şekilde tutuklandı. Burada Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin verdiği karar bence çok yanlış bir karar. Anayasa Mahkemesi’nin bağlayıcılığı ortada dururken buna muhalif olarak, bu kararı veren Anayasa Mahkemesi üyelerini yargılamak gerekir şeklinde bir meydan okuma Yargıtay’a yakışmamıştır.

Bunun sebepleri üzerinde çok fazla durmayacağım ama çekişmeyi dışarıdan da biliyorum. Maalesef hukuk politikalarına yön veren Uçum soyadlı bir zat, milli yargı, milli olmayan yargı ayrımını yaparak literatüre çok saçma sapan bir şey soktu. Yargıtay burada milli yargı, güya Anayasa Mahkemesi başka bir yargı. Anayasa varsa uygulanır. Uygulanırken sıkıntı doğuyorsa, gücünüz varsa değiştirilebilir.

‘MİLLİ YARGI LAFINI GETİREN KENDİNİ BİLMEZ KİŞİ…’

O milli yargı lafını getiren, kendini bilmez kişiye şunu söylemek istiyorum ki, 30 sene avukatlık yapmış, barodan da 50 yıl plaketini almış bir arkadaşları olarak, Türkiye’de her mahkeme, AİHM hariç milli yargıyı temsil eder. Çünkü gerekçeli kararının başında, ‘Türk milleti adına’ der. Yanlışlıklar çok. Türkiye’de insanları şahsi hürriyetlerinden mahrum etmek, özellikle de Can Atalay özelinde çok yanlıştır. Bunun süratle düzeltilmesi lazım.

Bizde milli yargı diye bir şey ortaya çıkartmak, Bekri Mustafa’nın Ayasofya’ya imam olmasıyla aynı şey. Ben Başbakan Yardımcısı’yken cemaat vakıflarından da sorumluydum. Azınlıkların bazı gayrimenkullerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda iade ettik. Kararlar geldiğinde Başbakan’a sordum. ‘Hakları mı?’ diye sordu. Ben hakları olduğunu söylediğimde ‘Verelim gitsin’ dedi. Şimdi böyle bir insanın Cumhurbaşkanı olduğu bir dönemde onun adına konuşma yetkisi olanlar başka şeyler söyleyebiliyor. Ama inşallah düzelecek.

Can Bursalı’nın sorularını yanıtlayan Bülent Arınç, Hrant Dink için dualar okuduğunu ve yargı sürecinin olması gerektiği gibi tamamlanmadığını söyledi.

‘SİNAN ATEŞ’İN YARGI SÜRECİ HRANT DİNK’E BENZEMESİN’

Can Atalay, MHP’lilerin de oylarıyla komisyon üyeliğine seçildi. O süreçte Sinan Ateş cinayetinde de gelişmeler yaşanıyordu. MHP’nin Can Atalay konusundaki pozisyon değişikliğinde, Sinan Ateş cinayetinin etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Böyle bir yorum yapmam. Ama Sinan Ateş konusu çok acı bir olaydır. Hepimiz üzüldük. Liderine büyük bir sadakat göstermiş, okuyan, düşünen, çevresinde çok sevilen bir insanın adice bir komploya kurban gitmesi, planlı bir cinayetin hedefi olması hepimizi şahsen çok üzdü. Bir ceza avukatı olarak söyleyeyim, asli faillerin yanında azmettirenler, aracılık yapanlar hakkında verilecek karar ile ailesi belki de adaletten ümitli hale gelecek. Eşi ve iki çocuğu, MHP haricinde bütün partileri ziyaret ettiler, dertlerini anlattılar, acılarına ortak olmayı teklif ettiler. Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere de küçük kızına verdiği sözle, elden gelen yapacaktır. Umarım ki yargı süreci daha önceki bazı yargı süreçlerine benzemez. Mesela Hrant Dink olayı benim TBMM Başkanlığım döneminde yaşanmıştır. Ama Hrant Dink’le ilgili yargı süreci daha yüzde 100 tamamlanmış da sayılamaz. Faili, elinde tespih sallayarak geziyor. Bunlar kamu vicdanını yaralar. Ben istiyorum ki, kimin suçlandığına da bakmadan, kimin bu işte dahli olduğunu da bilmeden ortada çıplak gözle cuma namazından sonra işlenmiş bir cinayet var. Ben şahsen bir dindar, Müslüman olmaya gayret eden bir insanımdır. Onun için çok dualar okudum.

‘BÜYÜK ŞEHİRLERİ KAYBEDİYORUZ, KAZANDIKLARIMIZDA DA OYLARIMIZ DÜŞÜYOR’

Şimdi dönelim siyasete… 31 Mart yerel seçimlerinin sonuçları malum. Bir mağlubiyet hissi yaşadınız mı?

Sonuç istediğimiz gibi olmadı. AK Parti bir başarı kazanmadı, bunu açıkça ifade edeyim. Ama başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere AK Parti’nin önündeki insanların hiç birisi mağlubiyet kelimesini de, yenilgi kelimesini de kullanmak istemezler. En büyük şehirleri kaybediyoruz, hem de kaç defadır kaybediyoruz. Kazandığımız yerleri de oylarımız düşerek kazanıyoruz. Büyük bir kayıp varsa bunun telafi edilmesi lazım. Bir an evvel bunun analizlerini, analitik çalışmayı yapmak ve bu sonuç nereden ortaya çıktı, bu sonucu gidererek tekrar birinci ve en güçlü parti haline nasıl geliriz sorularına cevap bulmak gerekir. Cumhurbaşkanımız 22 yıldır bu işin önünde ve başında. Hele 2018’den bu yana da hem partinin genel başkanı hem de Cumhurbaşkanı, yürütmenin başında. Sanıyorum en iyi değerlendirmeleri yapacaktır. Ve bunun tedbirlerini zaman içerisinde alacaktır. Genel olarak baktığınız zaman başarılı olan partinin bir başkası olduğu görünüyor.

‘YAŞAR YAKIŞ’A İADE-İ İTİBARDA BULUNMASINI ARZU EDİYORUM’

Uzun süredir AK Parti’nin kuruluş kodlarına geri dönüş tartışmaları yapılıyor. AK Parti bir süredir daha güvenlikçi politikalardan yana oldu, kimi zaman sizin tabirinizle ‘muhafazakar demokrat’ kimliğinden biraz daha uzak görüntüler verdi. Kuruluş kodlarına geri dönmüş bir AK Parti’nin seçimlerde tekrar başarılı olabileceğini düşünüyor musunuz?

AK Parti tekrar güçlü bir parti haline gelebilir. Bu parti yüzde 34,5 ile yola çıktı. Meclisin 3’te 2’sini kazandı 2002’den. 2011’de yüzde 50’yi aldı. Tekrar iktidar oldu. İlk defa 7 Haziran 2015 seçimlerinde sendeledi. Yine birinci partiydi ama milletvekili sayısı azaldı. Ondan 6 ay sonraki seçimde yine %49,5’u buldu. Yani AK Parti’nin gövdesi sağlam. Ve Türkiye’de yaşayan 100 vatandaştan, 70’i en azından bir defa ömründe AK Parti’ye oy Verdi. Başka hiçbir partide böyle özellik bulamazsınız. AK Parti o muhafazakar demokrat kimliğinden maalesef maalesef uzaklaştı. aBu yüzden kuruluştaki kurucuları bulamayız. Kuruluştaki siyasi havayı da bulamayız. Kuruluştaki insanlara tekrar görev verelim de denilemez.

Mesela bakınız, bir kurucumuz vefat etti, Yaşar Yakış beyefendi. Cenaze tören için TBMM’deydi. Benim tanıdığım fevkalade kibar beyefendiydi. Donanımlı bir büyükelçiydi. Kendisine kurucu olmak teklif edildiğinde hiç tereddütsüz emekli oldu. Geldi AK Parti’nin resmi kurucuları içerisinde yer aldı. Hatta çevresinden, ‘Ya bu gericilerin içerisinde ne işin var senin’ eleştirileri aldı. Kendisi ilk Dışişleri Bakanımızdır, Allah rahmet eylesin, 85 yaşında vefat etti. Ama bugün duydum ki, 2016 yılında AK Parti’den ihraç edilmiş. Duyunca doğrusu inanamadım, ben de takip etmemişim demek ki. Böyle bir insan, bir gazetede yazıları sebebiyle, ki o gazetede bir zamanlar yazı yazmak da gazetenin okuyucusu olmak da prestij işiydi. Ondan dolayı ihraç edilmiş. AK Parti’ye hayat vermiş bir insanın düşünceleri itibariyle ihraç edilmiş olması beni fevkalade yaraladı. Bu vesileyle söyleyeyim, inşallah Sayın Cumhurbaşkanımız, bu konu içerisinde Sayın Genel Başkanımız, bu kararını kaldırarak iade-i itibarda bulunmasını ben şahsen arzu ediyorum ve bunu kendisine de ileteceğim.

‘FORMÜLÜ BENDE GİZLİ’

AK Parti’nin Cumhur İttifakı’ndaki birlikteliği sürdüğü müddetçe muhafazakar demokrat kimliğine geri dönmesi mümkün mü?

Geri dönmesi çok mümkün.

Bunun formülü nedir sizce?

Formülü bende gizli.

İlgili yerlere bu formülü sundunuz mu?

Kısmen konuşuyoruz, kısmen de gel bakalım bu mesele nasıl olacak denirse her şeyim hazır gider söylerim. Yeter ki niyetleri olsun.

‘BİZ BİRİLERİNDEN DAHA MİLLİYETÇİ, ÜLKÜCÜ OLAMAYIZ’

Bir talepte mi bulunuyorsunuz şu anda?

Kendi adıma bir talepte bulunmuyorum. Ben şunu söylüyorum yani ilgilerine de ilgisizlerine de. Her partinin bir kimliği vardır. Şimdi kimliği olmayan partiler sıkıntı yaşıyor. AK Parti’den ayrılarak kurulmuş partiler var. Seçimlerde ne kadar oy aldıklarını görüyoruz. Hayattalar mı değiller mi çok belli değil. CHP’den ayrılan partiler var. Hayatta mı değil mi hiç belli değil. AK Parti’yi AK Parti yapan şeyler adaletli olmaktır, haksız kazanca karşı olmaktır, yolsuzluğa, yoksulluğa karşı olmaktır. Çünkü fakirlikle küfür arasında çok ince perde vardır diyen bir hadis-i şerif hatırlıyorum ben. Fakir olmamak lazım. İnsanımızı fakirlikten kurtarmamız lazım. Biz bunları kabul ettik ve yüzde 50’den aşağı oyumuz düşmedi. 20 seçime girdik, hepsinde başarılı olduk. En sondakileri kast etmiyorum. 10 tane referandum yaptık, tek başımıza. Karşımızda MHP varken, CHP varken, biz yüzde 58’lerle referandumu kazandık. Bütün bunlara tekrar sahip olmamız lazım. MHP’nin çizgisi milliyetçi bir çizgiyse buna saygı duyarız. Türkiye’nin böyle bir partiye de ihtiyacı var. Ama biz muhafazakar demokratız. AK Parti olarak kendi kimliğimizin içinde yaşamak mecburiyetindeyiz. Biz birilerinden daha fazla milliyetçi, biz birilerinden daha fazla ülkücü, biz birilerinden daha fazla ulusalcı, biz birilerinden daha fazla şucu bucu olamayız. Bizim kimliğimiz belirlenmiş, hala tüzüğümüzde, programımızda bunlar var. Buralarda bir erozyon görüldü, tabii bu içeride yaşadığımız olaylara da bağlı.

’70 LİRAYA DOLDURDUĞUM POŞETİ 170 LİRAYA DOLDURAMIYORUM’

Sizce seçim sonuçlarının en temel sebebi nedir? Ekonomik kriz mi yoksa başka bir sebep?

Eşimle beraber markete gidiyorum. Diyelim ki bir sene evvel 70 liraya aldığın, doldurduğum poşeti şimdi 170 liraya dolduramıyorum. Et fiyatı almış başını gitmiş.

Markete gittiğinizde, pahalılık nedeniyle vatandaşlardan tepki görüyor musunuz?

Bana tepki göstermiyorlar. Beni kendilerinden biliyorlar. Çünkü ben onları savunuyorum. Şu anda Hamamönü’ndeyiz. Ben burada bütün esnaflarla içli dışlıyım. ‘Başkanım ne olacak bu halimiz’ diye şikayet ettiği zaman ben onları hep duydum, bakanlara söyledim. Bakanlık, pahalılık yok kardeşim o psikolojik bir şikayet diyorlardı. Düşünebiliyor musun? En son hanımla markete gittiğimde 609 lira tuttu aldıklarım. İçinde et, peynir yok. Maliyet enflasyonu var Türkiye’de. Maliyetler düşmedikçe enflasyon daha da artacak.

Ekonomi böyle gittiği sürece AK Parti’nin yeniden eski şaşalı günlerine dönmesi mümkün mü?

Dönmese de başat rolü oynar. Çünkü millet, ‘Bunlar güzel işler yaptılar, şimdi işler bozuldu. Ama bunu da bunlardan başka düzeltecek kimse yok’ kanaatinde. Geçen genel seçimlerde herkes Sayın Kılıçdaroğlu’nun yanındaydı ama biz yüzde 52,5 ile kazandık. Neden? Çünkü millet kızıyor ama Tayyip Bey’den başka düzeltecek bir güç görmüyor.

‘ÖZEL’İN BAŞARISININ TEMELİNDE KILIÇDAROĞLU’NUN ÇALIŞMALARI VAR’

Geçen genel seçimlerde, Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş aday olsaydı sonuç farklı olur muydu?

Sayın Kılıçdaroğlu 48 civarında bir oy aldı. Aslında bu bir başarıymış. Neden biliyor musunuz? Çünkü CHP’nin en az yüzde 25’i ona oy vermemiş. En az. Bu çok açık bir gerçek. Adamı devirdiler gitti. Oysa CHP’yi halkın partisi haline getirmek için bir çabası oldu Kılıçdaroğlu’nun. Helalleşme, Adalet Yürüyüşü, toplumun daha başka kesimleriyle tekrar bir araya gelmek gibi şeyler yaptı. Ama CHP kendi içinden kendi adayına oy vermediyse, İYİ Parti oy vermediyse… Öbürlerinin zaten oyu yok ki versin. Böyle baktığınızda Kılıçdaroğlu’nun aldığı yüzde 48 oy, belki de yüzde 55 demek.

Ben CHP’li değilim ama Sayın Kılıçdaroğlu’nun yaptıklarını da takdir ediyorum. Bugün Özgür Özel’in başındayken kazandığı başarının temelinde bence Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı çalışmalar var. Onun hakkını bilsinler. Onun hakkını da her zaman gözetsinler. Bunu kırılacak, incitecek bir şeyden de mutlaka sakınsınlar. CHP’nin bu dönüşümü Türkiye için çok faydalı oldu.

‘BAŞBAKANLIĞI ALTIN SAYFAYDI, SADECE İCRAATLA UĞRAŞIYORDU’

Yerel seçimden sonra ‘yumuşama, normalleşme’ diye tariff edilen bir süreçten söz edildi. Sizce anormal ne var da normalleşmek gerekiyor?

Biz bir zamanlar yüzde 50 oy aldık ama karşımızdaki yüzde 50 de bize nefretle değil, sevgiyle bakıyordu. Takdirle bakıyordu. Çok güzel işler yapıyorsunuz diyorlardı. Bize liberaller, sosyal demokratlar, demokrat solcular, yazarlar, çizerler, sanatçılar oy veriyordu. Oysa biz şimdi kendi tabanımızın bir kısmıyla dahi karşı karşıya kaldık. Artı oyları zaten kaybettik. Biz devrimci bir partiydik aslında. Tayyip Erdoğan’ın şahsında devrimcilik vardır. Mesela onun 11-12 sene süren başbakanlığında başarılanlar, dünyada hiçbir icraatın başındaki başbakan tarafından başarılmamıştır. Ben onun başbakanlığı dönemini ayrı bir altın sayfa olarak görüyorum. Neden? Sadece icraatla uğraşıyordu.

‘YERLİKAYA’DAN ÖNCESİNİN HESABINI BİRİLERİ VERECEKTİR’

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya göreve ilk başladığında en büyük desteği siz verdiniz. Hem bir açıklama yayınladınız hem de ziyaret ettiniz. 2016-2023 yılları arasında da Türkiye’yi AK Parti yönetiyordu ancak geçen eylülden beri görüyoruz ki, ulusal ya da uluslararası çok sayıda suç örgütü Türkiye’ye girmiş. Önceki dönemde bir güvenlik zaafiyeti mi vardı yok bilinçli bir tercih mi söz konusuydu?

Tercih olamaz. Yani bir hukuk devletinde bunu böyle tanımlayamayız. Ama sadece yerli ve milli suç örgütleri değil ki… Bütün dünyanın en azılı mafyaları, baronları Türkiye’de kamp kurmuşlar ve birbirlerini öldürecek hale gelmişler. Cinayetler işlendi. Bu Türkiye’miz için iç güvenlik açısından kaygı verici, hatta utanç verici bir olaydır. Biz AK Parti iktidara geldiğinde ilk işimiz olarak yolsuzlukları araştırma komisyonu kurduk ve o çalışma sonucunda 55 tane suç örgütü dağıtıldı. Biz bu işin orada bittiğini düşünüyorduk. Dışarıdan gelecek, içeriden olacak, onunla bununla irtibatlı olacak, fotoğraf çektirecek…

Geldiğimiz noktada birileri Türkiye’de gerçekten birileri cirit atıyor. Sayın Yerlikaya’ya bütün gönlümle teşekkür ediyorum ve onun arkasında bir desteğe ihtiyacı varsa onu da her zaman sağlayacağımı düşünüyorum. Ondan öncesinin hesabını birileri bir şekilde vereceklerdir. Sadece böyle suç örgütleri meselesi değil, Türkiye bir uyuşturucu cenneti haline geldi. Böyle bir tablo hiçbir zaman görülmemişti.

‘CUMHURBAŞKANIMIZIN YERİNDE OLSAM…’

AK Parti 23 yaşında, 22 yıldır iktidarda. Cumhur İttifakı dönemini de dahil edersek hep tek başına iktidardaydı. Partinizin ilk ödevi ne?

Adalet hepsinden öncelikli olacak. Ekonomiye, toplumsal barışa el uzanacak. Ama adalet her şeyin temelidir. Adalet tecelli etsin, isterse kıyamet kopsun anlayışına bir an evvel gelmemiz lazım. Haksız tutuklamalar, yargıdaki hak ihlalleri… Bütün bunları giderecek bir yargı, bir adalet anlayışını derhal ilan edilmeli. Mesela ben Sayın Cumhurbaşkanımızın yerinde olsam, yarın ‘Ey millet, ülkede sıkıntılarımız var. Ben de şu kadar yıldan beri varım, çok doğru şeyler yaptım ama yanlış yaptıklarım da olmuştur. Size söz veriyorum, adaletten, hukuktan, yargıdan ne kadar şikayetiniz varsa ben de sizin kadar şikayetçiyim. Bundan sonra bu kurumlardan şunu istiyorum. Sadece adalet tecelli etsin. Hiçbir talimata kulağınızı açmayın. Hiçbir işarete ne olur bakmayın. Önünüzdeki dosya ne ise ona göre karar verin’ derim. Bunu dese yargı zaten buna hazır. Sayın Cumhurbaşkanımızın halkı bu açıdan rahatlatması gerekir diye düşünüyorum.

Nihai kanaatim şudur. Cumhurbaşkanlığı makamı ile Genel Başkanlık makamı birbirinden ayrılmalı. Bunu ilan ettiği gün bile, 5 puan koyarız üstüne.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
istanbul escort
istanbul escort
istanbul escort